7 Ocak 2013 Pazartesi

İNSAN BEYNİNİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ


Beyninizin %80'i aslında sudur ama geri kalanı fiziksel ve biyokimyasal parçalardan oluşur Büyüklük açısından sıra dışı bir organ olmasa da, gücü kesinlikle sıra dışıdır. Ortalama 70 kiloluk bir insanın vücut ağırlığının sadece %2'sini oluşturmasına rağmen, beyniniz vücudunuzda dolaşan oksijen ve şekerin %25',ni kullanır. Genel olarak beynin anatomik yapısı iki tür fonksiyona ayrılır; yönetici (entelektüel fonksiyonlar) ve hareketlilik (hareket ve saf duyguya dayalı) 

Kafatası
Beyin katı bir yumurta kıvamında olduğundan, doğum sırasında bile bir kafatası tarafından korunması gerekir (doğum sırasında kafatası, doğum kanalından geçişi kolaylaştırması için iç içe geçmiş gibi görünen esnek parçalardan oluşur; doğumdan sonra bu plakalar birleşir ve zaman içinde taşlaşır)

Nöronlar
Beyninizde, yan yana dizildikleri taktirde toplam uzunluğu 45 bin kilometreyi bulacak olan 100 milyar nöron vardır. Bu sinir hücrelerinin her biri, vücudunuzun uygun şekilde hareket edebilmesi için diğer bir nörona aktarılması gereken bilgi parçacıkları içerir. Nöronlar bilgi içerirler ama diğer bir nöronla bağlantı kuramadıkları sürece işe yaramazlar. İşte nöron uçlarının devreye girdiği yer burasıdır. Bunlara "dendrit" denir. Dendrit sinyalin diğer nöronlara nasıl gönderileceğini, nasıl alınacağını ve nasıl aktarılacağını kontrol eder.

Nörotransmitterler
Beyninizdeki kimyasal habercilerdir. Bir nöronu harekete geçirdiğinizde, nörotransmitterler nöronlar arasında bilgi göndermek ya da almak için işaret verirler. Nörolojik bir rahatsızlığınız olduğunda, sorun genellikle bir nörotransmitterdeki kusurdan kaynaklanır. Eğer bir bilgi parçasını başka bir nörona aktarmazsa, belli bir işe nasıl yapacağınızı da bilemezsiniz. Ayrıca, belli nörotransmitterlerin fonksiyonlarındaki doğal bir gerilemenin, sizi depresyon gibi ruhsal rahatsızlıklara karşı daha savunmasız bıraktığı bilinmektedir.

Bebekliğimizde, bütün bu beyinsel malzemelerimiz küçük bir yerde odaklanır. Tıpkı ağaç dalları gibi birbirleriyle iç içe geçerler. Bu karmaşık anatomi, karar vermek gibi bazı şeyleri yapmayı zorlaştırır. Çünkü iç içe geçen yapılar, beynimizin sadece bir şeye odaklanmasını neredeyse imkansızlaştırır. Üç, dört, beş yaşlarındayken beynimiz, yaşımız büyüdükçe hangi dalların gelişeceğine ve hangilerinin geri kalacağına karar verir. Dolayısıyla küçükken beynimizin hangi bölümlerini daha çok kullanırsak, o türde nöronları daha çok üretiriz. Kullanmadığımız nöronlar için de tam tersi geçerlidir. Küçük yaşlarda beynimizi eğitme tarzımızın, hangi nöron türlerinin gelişeceği ve hangilerinin gelişmeyeceği üzerinde güçlü bir etkisi vardır. (Günümüzde en fazla benimsenen teoriye gör, otistik çocuklarda bu kullanılmayan bağlantılar körelmez. Çünkü etrafında olup biten çok fazla şey vardır) Bu, dikkat dağınıklığı sorunundan farklıdır. Çünkü dikkat dağınıklığı sorunu, konsantrasyon becerisiyle ilgilidir. Aslında çoğumuz çocukluğumuzda bu sorunu yaşarız ve bu konuya odaklanmakta yaşadığımız zorluğu yetişkinlik çağımızda da sürdürebiliriz.

Nörolojik gelişimin açıklanması, beyinlerimizin neden farklı yaşlarda farklı şekillerde hareket ettiğini açıklamaya yetmeyebilir. Çocukken müzik dinlememişsek, kayak yapmayı veya fransızca konuşmayı öğrenmemişsek, yetişkinlikte bunları yapmamız daha zordur. Çünkü o nöron bağlantıları gelişmediği için, gerekli bilgileri yeterince işlemden geçiremez.

Ancak belki de yapılması gereken en önemli ayrım şudur: Geleneksel olarak, beyinsel bozukluklar iki türe ayrılır. Birincisinde, beyinsel bozukluğun görünür bir fiziksel, nörolojik ve tıbbi açıklaması vardır: felç, hafıza kaybı ve Parkinson hastalığı gibi... İkincisinde, beyinsel bozukluğun hiçbir nörolojik açıklaması yoktur: Depresyon, endişe ve kişilik bozuklukları gibi...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder