24 Eylül 2013 Salı

Sabır

Sabır, çıkılan bir yolda pes etmeden ulaşılacak hedef uğrunda ödenen en değerli bedeldir. Eğer o yolda maruz kalınacak bir zulüm mevcutsa, yine sabırla selamete ulaşma umudu da mevcuttur. Doğum noktasından ölüm hedefine kadar tabi olunan her sınav sabır aracılığı ile aşılır. 
O.I.

22 Eylül 2013 Pazar

Başarı Seminerleri

Günde en azından iki adet sms, mail veya sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile "kişisel başarı ve nirvanaya ermek" tadında seminer reklamları alıyorum. Network pazarlama firmaları ürünlerini köleleri vasıtasıyla satıp ellerini sıvazlarken hep "başarı" kelimesini kullanıyor.
 
Benim algıda seçiciliğime göre buradaki "başarı" hayatımızın yüksek standartlarda sürdürebilmek adına gerekli kağıtçıklar olarak vücut buluyor. Çok haneli banka hesapları, pahalı kolejlere giden evlatlarımızın rahat ödenen taksitleri, yılda bir veya iki kez tekrarlanabilen yurt dışı seyahatleri yahut bir yerlerde tanınmak, birkaç televizyon programında görünmek...en önemlisi bilgi olmadan fikir sahibi olabilmenin hafifliği... İyi hoş, demek ki başarının genel bir tarifi yapılabiliyor ki üzerine seminerler, beyin fırtınaları ve münazaralar yapılabiliyor. Başarı kelimesi üzerinden iyi de paralar dönüyor, elde edebilmek adına. İyi de bireyin bir de şansı, kısmeti, kaderi gibi kavramlar da söz konusu. Bu tip soyut etkenleri neden söz konusu yapmayıp ta pembe tablolar çiziyorsunuz?
İsterseniz bir de madalyonun öteki tarafına bakalım: Dünyanın birçok ülkesinden ve kurumundan başarı ödülü almış bir ülke yöneticisinin ardından milyonlar beddua ediyor. Hukuk, adalet, çoğulculuk, empati, aydınlanma gibi kavramlar guguk olmuş durumda...Buradaki "başarı" kavramının niteliğini tarif edebilir misiniz? Yahut kendine verilen bir ilahi kabiliyetle, yaptığı onlarca ameliyat sayesinde hastalarını hayata döndüren bir doktorun aylarca, yıllarca sebebi belirlenmediği halde hapiste yatması... Burada örneklediğim iki birey de kendi alanlarında başarı elde etmiş kişiler...daha doğrusu başarıları çok uluslu anlayışlar tarafından kabul edilip belgelenmiş. Şimdi bana biri çıkıp ta "başarı semineri veriyorum, ücreti de şu kadar" dediği zaman ben o semineri verecek kişinin cinsel hayatındaki başarıyı sorguluyorum. Çok üzgünüm.

Sahi, sizlerin başarılı olduğunuz alan ve bunun mükafatının niteliği nedir? Hemen cevaplamayabilirsiniz. Çok iyi anlayabilirim bu duraksamanızı...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Teklifsiz İletişim

Yaş seviyemiz veya konumumuz ne olursa olsun, çevremizi kuşatan insanlarla iletişim halinde olmamız kaçınılmazdır. Hayat akışımızda öyle veya böyle rastlantılarla, yahut kaderimizin belirlediği tesadüflerle uzak veya yakın insanlarla iletişim derecesine göre temas etmiş oluruz.

Küçük yaşlarda yetişme tarzımıza veya bize öğretilmiş terbiye ve dinamikler zorunluluğu  dahilinde arkadaşlıklara yönelirken; zevkler, beğeniler ve kişisel özgürlükler geliştiğinde ise karşımıza onlarca alternatif çıkabilmektedir. Büyüme çağında teklifsiz ilişkiler dediğimiz her telden insanı hayatımıza sokma eğilimi gösterebiliriz. Zira kendimizi ifade etme, kanıtlama veya iletişime girdiğimiz bireylerin hayat dinamiklerinden tecrübe sahibi olma merakını taşıdığımız yaşlardır büyüme çağımız... Yüksek öğrenim görmeye başlanan yaşlarda çoğu zaman başka şehirlerden veya ülkelerden arkadaşlarımız da hayatımıza dahil olmaya başlar. Bu dönemde eğer ki yabancı dilimiz de varsa yurt dışına açılıp başka kültürlere sahip insanları da tanımaya ve onların iletişim alışkanlıklarına entegre olmaya çalışırız.

Otuzlu yaşlara ulaşıp kendi ailemizi kurma dürtüsü başlayınca da eşimizin çevresindeki bireylerle iletişim dönemi katlanır hayatımızdakilerin yanına ek olarak...sonrasında ise hem eşimizin, hem de kendimizin profesyonel yaşantısındaki diğer çiftler, bireyler, yaşlılar, çocuklar ve daha niceleri...

Orta yaşlara gelindiğinde ise başlar ihanetler, kıskançlıklar ve aldanılmışlarla ilgili serzeniş dönemleri... ve hemen ertesinde güven sorunları. Hayat sürecimizde iletişime en şüpheli yaklaşılan dönem bu kısımdadır. Öğretim döneminizde henüz çok genç yaşlardayken kurduğunuz iletişimlere mesafeli yaklaşmaya başlamışsınızdır. Hatta belki de çoğunu öyle veya böyle kaybetmişsinizdir zaten ki son 5-6 yıldır sosyal medyanın araçları sağolsun; dünyanın neresinde olursa olsunlar bir tuş kilidi uzaklığındalar size... Eğer başarılı ve kesintisiz bir evlilik yaşıyorsanız ve çift olarak görüşmek durumunda olduğunuz diğerleri ile henüz bir arıza yaşanmadıysa da şanslı sayılırsınız. İyi kötü, derdinizi sevincinizi paylaşıp, belki de dilinizin şişini indirebildiğini düşündüğünüz, sizi dinlemese de gözlerinize bakıp, muhtemelen akıl vermek zorunda hisseden arkadaşlarınız olacaktır. Birlikte çocuklarınızı spor salonuna getirip götürürken bir fincan kahve içtiğiniz..

Farkında mısınız bilmem ama "teklifsiz iletişim" orta yaşlara ulaşıldığında ortadan kalkıyor. O her telden arkadaşlarımız zaman içerisinde değişebiliyorlar. Aynı dili konuşuyor olsanız bile sizlere ayıracak zamanları kısıtlanıyor. Siz değişiyorsunuz. Yaşanmışlıklar teklifsiz ilişkiler kurmamızı engelleyebiliyor. Çok samimi sohbetler eşliğinde tanışılan yeni insanlar, kurulan keyifli iletişim ortaklığını devam ettirme sözünü verse bile, zamanın dinamikleri bunu haddinden fazla kısıtlayabiliyor. Bahaneler üretiliyor. Büyük şehirlerde yaşanıyorsa trafik ve zaman planlaması başlıca bahaneler haline dönüşebiliyor. Enerjiniz uyuşsa, muhabbetleriniz keyifli bile olsa zaman, trafik, güncel ve kişisel ihtiyaçların ön planda olması...ve belki de en önemlisi kurulan iletişimin ardında bir menfaat endişesinin yer alabiliyor ihtimali, kurulan o keyifli iletişimi sekteye uğratabiliyor.

İletişim hakkında akıl vermek veya olması gerekenleri aktarabilmek değil misyonum, ancak orta yaşlardan itibaren karşınıza çıkan, konumu, cinsiyeti, mesleği veya hayat görüşü farklı da olsa belirli menfaatlere bağlı kalmadan, sıkılmadan, vaatlerde bulunmadan, enerjinizi düşürmeden ve dert küpü olmadan keyifli zamanlar geçirebileceğiniz teklifsiz arkadaşlarınıza özen gösteriniz. Belki en yalnız hissettiğiniz anda size mutlaka zaman ayıracak olan kişi onlardan biridir...



2 Eylül 2013 Pazartesi

Kişisel Gelişimde Medya Desteği ve İnandırıcılık

Öncelikle hepinize huzurlu ve önünüzü görebildiğiniz, umut dolu bir sonbahar diliyorum. "Önünü görmek" deyiminin, yaşadığımız şu günlerde ne kadar değerli bir umut söylemi olduğunun sanırım farkındasınızdır. Ekonomik ve sosyolojik olarak sıkışmışlığımızın ve güven sıkıntımızın mevcudiyeti, bırakın hayallerimizi gerçekleştirebilmek, güncel hayatımızdaki ihtiyaçların bazılarının bile lüks duruma dönüşmesine neden olabilmektedir. Ellerimizde kalan ortalama standart ve imkanların değerini daha iyi kavramakta, bunun için de sık sık şükretmekteyiz. En azından sade bir vatandaş ve ortalama bir insan evladı olarak ben bunu yapıyorum ve ısrarla da danışanlarıma tavsiye ediyorum.

Güven sıkıntımız dedik. Zira huzuru bulabilmek adına eminim çoğumuzun ihtiyacı olan güvendir. Kimi ekonomik, kimi tıbbi, kimisi de çevresinde iletişimde olduğu yakınlarının sadakatine dair güven ihtiyacı hissetmektedir. Bunun için de kendi inanç sistemlerine denk düşen karakterlerle iletişimde bulunmaya özen göstermektedirler. Bunun umutlarımıza izdüşümü ise sevgi ve saygı olarak beslenmektedir. Yöneticilerimize, ebeveynlerimize, dostlarımıza, yönettiklerimize, çalışanlarımıza, sevgililerimize beslediğimiz güven duygusu beraberinde sevgiyi ve saygıyı da getirmektedir. Gözlerinizi kapatıp, hayatınızda "saygı" duyduğunuz otoritelere karşı güven duygunuzun olup olmadığını düşünün. Ne kadar yetersiz ve pamuk ipliğine bağlı bu kavram değil mi? Ne kadar birbirlerine bağımlı devinim gösteren duygular, öyle değil mi?

Güven, saygı ve beraberinde gelen "sevgi" duyguları... Herbirimiz birilerini sevdiğimizi iddia ederiz. Ancak saygımızı ve güvenimizi de aynı oranda o birilerine karşı hissedebiliyor muyuz? Bu kadar güvenin diplere vurduğu bir toplum yaşantısında saygı ve beraberinde gelebilen bir sevgiye yer açabilir misiniz?

İşte bu bilinç düzeyinde, toplumu domine eden medyanın etkileri ve bu medya içerisinde kendine öyle veya böyle yer açan kişi veya kurumların işleyişindeki tıkanıklıklara bakalım şimdi de...

Bulunduğunuz şehirde veya kasabada giderek azalan kitap evlerinde en çok okunan ve takip edilen yayınların büyük bir yüzdesinin kişisel gelişimle ilgili yayınlar olduğunu eminim fark etmişsinizdir... Mucize halinde insanlara dayatılan bu üç aşağı beş yukarı aynı içeriğe sahip yapıtlarda, yaşadığınız toplumun gerçeklerine uyum gösteren tavsiyelere, tıkanıklıkları aşmak için lazım olan verilere ve araçlara rastlayabiliyor musunuz? Sizin hayat dinamiklerinizde eksik olan taraflara deva olan kitabın seçimini neye göre yapıyorsunuz? Peki en önemlisi, hayatınızın dinamikleri ile barışık bir halde misiniz ki birilerinin binlerce kişiye hitaben yazdığı eserinde kendinize uygun bir yol açıp, bu yoldaki ihtiyaçlarınız için verileri toplayabiliyorsunuz?

Daha önceki makalelerimde beynimizin yaşadığımız tüm fenomenler için koruma kalkanı oluşturup, olumsuz düşüncelere göre tavır aldığını ve bu tavırlar neticesinde öğrenilmiş çaresizliklerle dolu yaşam dinamikleri geliştirdiğimizden söz etmiştim. Bu teorem hepimizin beyni için aynı etkiye sahip. Afrika kabilesindeki Zulu kadını da, Kanada'da yaşayan şirket üst düzey yöneticisi de buna göre tepkilerini belirliyor. Dolayısıyla çok kaba tabirle "sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer" atasözündeki süt, hayatlarımızdaki tüm olumsuz tecrübelerimize denk düşmekte, yoğurt ise bize sunulan kaderimizde izlediğimiz her türlü deneyime karşılık gelmektedir. Beynimiz ise hep süte göre davranış gösterir...

Dolayısıyla kişisel gelişim eserlerinde hep olumlu, özgür iradeyi öne çıkartan, mevcut hayat kural ve felsefelerine kafa tutan, "yarın ölecekmiş gibi yaşa" tadında sorumsuzluğu ve hayat misyonunu belki de geri plana atan söylemler ve tavsiyeler uçuşmakta bana göre... yani yoğurda göre maya dağıtılıyor. Oysa bireylerin ihtiyacı, acıyı deneyimleten sütün zararlarından ziyade yararlı tarafları ile barıştırmak. Yoğurdun kaynağı ne kadar kaçınsak ta sütte bulunuyor.

"S**tir Et", "Beyaz Mucizeler" "Aşk Kuantumu", "İçindeki gücü keşfet" "Gerçekten yaşıyor musun?" "Hayal Avcılığı" "Büyük Düşünmenin Büyüsü" "Hayal et, olsun" vs vs vs....
Medya kanalları da mevcut dünya düzeninin işleyişine katkı sağlamak misyonunda olduğu için, bireylerin düşünme ve düşünmeye sevk etme, kendi özgür düzenini yaratabilme eylemlerini kısıtlama yoluna gitmektedirler. Bu nedenle tekel zihniyete sahip medya organlarının finanse ettiği, pıtrak gibi çoğalan, çoğunlukla siyasi gücü dünya düzenini belirleyen ülkelerin yazarları tarafından kaleme alınan tılsım, mucize, gerçeklikten ve hitap edilen ülke dinamiklerinden uzak kanıtlanmış teknik ve öğretilerden bihaber eserler ortaya çıkmaktadır. Daha önceki hayatı muamma olan kişiler "mürit" edasıyla topluma pompalanmakta, kişisel çıkmazda olan insanlarımız ise bu kişilerin çoğunlukla yabancı kaynaklı yayınlardan kopyala-yapıştır (!) esasıyla düzenledikleri eserlere büyük ilgi göstermekte ve bu kaynakları hayat dinamiklerini hiç göz önünde bulundurmadan takip edip uygulamaya çalışmaktadırlar. Üstelik bu mürit edasıyla toplumda söz sahibi olup kazanç sağlamaya çalışan kişiler, işini teknik kurallar dahilinde sürdürmeye çalışan ve kendilerine rakip gördükleri gerçek danışmanları karalamak adına hiçbir engel görmemektedirler.

Hayatı diplerde yaşadığı bir anda karşısına mucizevi bir farkındalık şansı çıkan ve bu konuda okuduğu kitaplarla hayatı değişen ve her ne hikmetse yaptığı çalışmalarla milyoner olan insanların hikayesi mi size çarpıcı geliyor, yoksa kendi izlediğiniz hayat yolunda güveni, saygıyı ve sevgiyi daim ettiğiniz doyurucu ve tatminkar ilişkiler yumağı mı, sahip olduğunuz değerlerin ayırdına varıp olumsuz olduğunu düşündüğünüz kişisel taraflarınızdan sıyrılabildiğiniz küçük ipuçları mı?

Neden en ufaktan başlayıp, kendinize özgün ve büyük gelişimi başarmayasınız? Hiçbir sahteliğin ve güvensizliğin size bulaşmadığı o size özgü deneyimlerinizi geliştirmeniz sadece sizin seçiminize bağlıdır. Dinamikleriniz de sizin belirleyeceğiniz biçimde yönünüzü belirler.