2 Eylül 2013 Pazartesi

Kişisel Gelişimde Medya Desteği ve İnandırıcılık

Öncelikle hepinize huzurlu ve önünüzü görebildiğiniz, umut dolu bir sonbahar diliyorum. "Önünü görmek" deyiminin, yaşadığımız şu günlerde ne kadar değerli bir umut söylemi olduğunun sanırım farkındasınızdır. Ekonomik ve sosyolojik olarak sıkışmışlığımızın ve güven sıkıntımızın mevcudiyeti, bırakın hayallerimizi gerçekleştirebilmek, güncel hayatımızdaki ihtiyaçların bazılarının bile lüks duruma dönüşmesine neden olabilmektedir. Ellerimizde kalan ortalama standart ve imkanların değerini daha iyi kavramakta, bunun için de sık sık şükretmekteyiz. En azından sade bir vatandaş ve ortalama bir insan evladı olarak ben bunu yapıyorum ve ısrarla da danışanlarıma tavsiye ediyorum.

Güven sıkıntımız dedik. Zira huzuru bulabilmek adına eminim çoğumuzun ihtiyacı olan güvendir. Kimi ekonomik, kimi tıbbi, kimisi de çevresinde iletişimde olduğu yakınlarının sadakatine dair güven ihtiyacı hissetmektedir. Bunun için de kendi inanç sistemlerine denk düşen karakterlerle iletişimde bulunmaya özen göstermektedirler. Bunun umutlarımıza izdüşümü ise sevgi ve saygı olarak beslenmektedir. Yöneticilerimize, ebeveynlerimize, dostlarımıza, yönettiklerimize, çalışanlarımıza, sevgililerimize beslediğimiz güven duygusu beraberinde sevgiyi ve saygıyı da getirmektedir. Gözlerinizi kapatıp, hayatınızda "saygı" duyduğunuz otoritelere karşı güven duygunuzun olup olmadığını düşünün. Ne kadar yetersiz ve pamuk ipliğine bağlı bu kavram değil mi? Ne kadar birbirlerine bağımlı devinim gösteren duygular, öyle değil mi?

Güven, saygı ve beraberinde gelen "sevgi" duyguları... Herbirimiz birilerini sevdiğimizi iddia ederiz. Ancak saygımızı ve güvenimizi de aynı oranda o birilerine karşı hissedebiliyor muyuz? Bu kadar güvenin diplere vurduğu bir toplum yaşantısında saygı ve beraberinde gelebilen bir sevgiye yer açabilir misiniz?

İşte bu bilinç düzeyinde, toplumu domine eden medyanın etkileri ve bu medya içerisinde kendine öyle veya böyle yer açan kişi veya kurumların işleyişindeki tıkanıklıklara bakalım şimdi de...

Bulunduğunuz şehirde veya kasabada giderek azalan kitap evlerinde en çok okunan ve takip edilen yayınların büyük bir yüzdesinin kişisel gelişimle ilgili yayınlar olduğunu eminim fark etmişsinizdir... Mucize halinde insanlara dayatılan bu üç aşağı beş yukarı aynı içeriğe sahip yapıtlarda, yaşadığınız toplumun gerçeklerine uyum gösteren tavsiyelere, tıkanıklıkları aşmak için lazım olan verilere ve araçlara rastlayabiliyor musunuz? Sizin hayat dinamiklerinizde eksik olan taraflara deva olan kitabın seçimini neye göre yapıyorsunuz? Peki en önemlisi, hayatınızın dinamikleri ile barışık bir halde misiniz ki birilerinin binlerce kişiye hitaben yazdığı eserinde kendinize uygun bir yol açıp, bu yoldaki ihtiyaçlarınız için verileri toplayabiliyorsunuz?

Daha önceki makalelerimde beynimizin yaşadığımız tüm fenomenler için koruma kalkanı oluşturup, olumsuz düşüncelere göre tavır aldığını ve bu tavırlar neticesinde öğrenilmiş çaresizliklerle dolu yaşam dinamikleri geliştirdiğimizden söz etmiştim. Bu teorem hepimizin beyni için aynı etkiye sahip. Afrika kabilesindeki Zulu kadını da, Kanada'da yaşayan şirket üst düzey yöneticisi de buna göre tepkilerini belirliyor. Dolayısıyla çok kaba tabirle "sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer" atasözündeki süt, hayatlarımızdaki tüm olumsuz tecrübelerimize denk düşmekte, yoğurt ise bize sunulan kaderimizde izlediğimiz her türlü deneyime karşılık gelmektedir. Beynimiz ise hep süte göre davranış gösterir...

Dolayısıyla kişisel gelişim eserlerinde hep olumlu, özgür iradeyi öne çıkartan, mevcut hayat kural ve felsefelerine kafa tutan, "yarın ölecekmiş gibi yaşa" tadında sorumsuzluğu ve hayat misyonunu belki de geri plana atan söylemler ve tavsiyeler uçuşmakta bana göre... yani yoğurda göre maya dağıtılıyor. Oysa bireylerin ihtiyacı, acıyı deneyimleten sütün zararlarından ziyade yararlı tarafları ile barıştırmak. Yoğurdun kaynağı ne kadar kaçınsak ta sütte bulunuyor.

"S**tir Et", "Beyaz Mucizeler" "Aşk Kuantumu", "İçindeki gücü keşfet" "Gerçekten yaşıyor musun?" "Hayal Avcılığı" "Büyük Düşünmenin Büyüsü" "Hayal et, olsun" vs vs vs....
Medya kanalları da mevcut dünya düzeninin işleyişine katkı sağlamak misyonunda olduğu için, bireylerin düşünme ve düşünmeye sevk etme, kendi özgür düzenini yaratabilme eylemlerini kısıtlama yoluna gitmektedirler. Bu nedenle tekel zihniyete sahip medya organlarının finanse ettiği, pıtrak gibi çoğalan, çoğunlukla siyasi gücü dünya düzenini belirleyen ülkelerin yazarları tarafından kaleme alınan tılsım, mucize, gerçeklikten ve hitap edilen ülke dinamiklerinden uzak kanıtlanmış teknik ve öğretilerden bihaber eserler ortaya çıkmaktadır. Daha önceki hayatı muamma olan kişiler "mürit" edasıyla topluma pompalanmakta, kişisel çıkmazda olan insanlarımız ise bu kişilerin çoğunlukla yabancı kaynaklı yayınlardan kopyala-yapıştır (!) esasıyla düzenledikleri eserlere büyük ilgi göstermekte ve bu kaynakları hayat dinamiklerini hiç göz önünde bulundurmadan takip edip uygulamaya çalışmaktadırlar. Üstelik bu mürit edasıyla toplumda söz sahibi olup kazanç sağlamaya çalışan kişiler, işini teknik kurallar dahilinde sürdürmeye çalışan ve kendilerine rakip gördükleri gerçek danışmanları karalamak adına hiçbir engel görmemektedirler.

Hayatı diplerde yaşadığı bir anda karşısına mucizevi bir farkındalık şansı çıkan ve bu konuda okuduğu kitaplarla hayatı değişen ve her ne hikmetse yaptığı çalışmalarla milyoner olan insanların hikayesi mi size çarpıcı geliyor, yoksa kendi izlediğiniz hayat yolunda güveni, saygıyı ve sevgiyi daim ettiğiniz doyurucu ve tatminkar ilişkiler yumağı mı, sahip olduğunuz değerlerin ayırdına varıp olumsuz olduğunu düşündüğünüz kişisel taraflarınızdan sıyrılabildiğiniz küçük ipuçları mı?

Neden en ufaktan başlayıp, kendinize özgün ve büyük gelişimi başarmayasınız? Hiçbir sahteliğin ve güvensizliğin size bulaşmadığı o size özgü deneyimlerinizi geliştirmeniz sadece sizin seçiminize bağlıdır. Dinamikleriniz de sizin belirleyeceğiniz biçimde yönünüzü belirler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder