21 Haziran 2013 Cuma

DİRENİŞ

Yazımın başlığını güncel sıkıntılarımızın genel bir başlık altında toplanması amacıyla tek bir isimle nitelendirdim.  Hepimizin odaklanmış olduğu son haftaların tek bir konusu olduğu için de değinmeden geçmek istemedim. Çünkü insana ait, insanlığa ait sıkıntılar yaşıyoruz toplumca. Cinsiyet, ırk, yaş ve konum demeden topyekün bilinmezliğe doğru itildiğimiz bir toplum düzeninde kendimize ait olan küçük alanı bile koruyabilme kaygısına düşmüş vaziyetteyiz.

Doğuma büyüme İstanbul sakini olarak 42 yıllık bir ömür geçirdiğim bu şehirde Gezi Parkı sabotajının toplumsal bir açılıma (!), toplumsal bir travmaya dönüşümü diğer tüm vatanını seven vatandaş profilinde olduğu gibi benim de canımı sıktı. Daha doğrusu canımı yaktı. Legaldir, değildir, provokasyondur, dış mihraktır, cehape işidir adlandırmaları dışında en dikkatimi çeken insanların farklı görüşler veya yaşam standartlarını göz etmeksizin tek bir amaç uğrunda örgütlenmesi ve hiçbir siyasi otoritenin güdümünde olmadan planlı ve içgüdüsel bir tasarımda hareket etmesiydi. Gezi Parkı organizasyonlarında hiçbir zaman bulunmadım. Yıllar önce yaşamış olduğum ve müzmin olarak maruz kaldığım bir göz rahatsızlığı sebebiyle hiçbir protestoya veya faaliyete katılamadım. Katıldığımda maruz kalacağım bir kimyasal gaz saldırısından görme yeteneğimi kaybetme riski taşıyacağımın bilincindeydim. Sebeplerin ve mantığının en insani ve ihtiyaca yönelik kaygılar olduğundan emindim. Tüm kalbimle de bu iyi niyet ve yapılanmayı destekliyordum. Ancak temel gereksinimi demokrasi olan bir hareketin siyasi bir mesnedi olmaması konusunda şüphelerim oluştu. Niye mi? Zira işlevsel olarak demokrasi siyasi bir araç ve mekanizmadır. Siyasi bir yapılanma veya talep olmadan demokrasi istemi bana yetersiz ve mantıken tasarlanmamış bir hareketi çağrıştırdı. Körü körüne partizanlık, yetersiz ve basiretsiz muhalefet otoritesi, şaibe söylentileri ile yıllardır çalkalanan bir seçim sandığı olgusu bütün sıkıntıların siyasi dayanağa oturtulması gerektiğine işaret ediyor zihnimde...

Yıllardır ülkenin kurulması sırasında olması gereken ve yerleştirilen kurallara zıt bir tutum işleyen siyasi sistemimizin en Kemalist değerlerle yapılandırılması gerekirken, bu kuruluş kurallarına aykırı birçok etkenin demokrasi kılıfı adında ve hoşgörü genişliği bilinciyle topluma dikte ettirilmesiyle mantık devreleri zaten kontak yapmış durumda... Bu kontak durumu, cidden bir toplumsal travma neticesinde belirli rant güçleri tarafından fırsat bilinip uygulanmış 12 Eylül darbesinden beri süregelmekte...ve Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez gençlerin önderliğinde halk ayaklanması dile gelmiş durumda. Günümüzde haberleşmenin tavan yaptığı, sosyal paylaşım siteleri sayesinde muazzam bir örgütlenmenin var olduğu 21. yüzyıl toplumlarında hız ve sonuç odaklılık çok ileri seviyede... Mutlaka ki bu hızlılık beraberinde muazzam bir bilgi kirliliğine ve doğal provokasyona da yol açmakta...

Ben bir toplum ve insan mühendisi olarak olaylara bakarken, siyasi ve insani görüşümün etkisinde kalamadan yorum yapabilme şansına sahip olamıyorum. Sadece neden ve nasıl üzerine odaklanıp bir mühendis kafasıyla sonucun en optimum çıkış noktasına erişmesini hedeflemek zorundayım.

21. yüzyıl dünyası ne yazık ki ekonomik temeller üzerine kurulmuş durumda ve ne yazık ki toplumların değil, belirli aile ve kurumların bekasını temel alan bir siyasi anlayışla düzenin çarkları dönmekte. Ne kadar donanımlı bireyler olsak ta yaşadığımız gezegenin tümünün işleyişini değiştirme gücüne sahip değiliz. Umut besleyerek hayat değişmiyor. Pozitif konuşalım en iyisi olsun demek bana göre inanılmaz bir aymazlık ve vakit kaybı. Kişisel ekonomilerin değil, toplumsal refahın eşitlenmesi için belki üzerimizde düşen her neyse uygulayabiliriz. Ancak bu sadece belirli bir azınlık kitlenin hedefleyip başarabileceği bir tutum olarak kalır. Yaşadığımız bunalım başta ekonomiktir. İkincil olarak siyasaldır. Üçüncü adımda özgürlük ve demokrasi kavramları gelmektedir. Ancak hukuk ve adaletin olmadığı bir ortamda bu beklentilerin hiçbirini karşılayamazsınız. Hukuk, disiplinsiz ve zaaflarla dolu bir hayvan nesli olan insanı, insan statüsüne ulaştırmak için konmuş etik ve evrensel kurallardır. Bu kurallar da insan olan her bireyi kapsar. Hukuğun ve adaletin sağlanması siyasi otoriteye aittir. Siyasi otorite de demokrasiyi sağlar veya şekilde görüldüğü üzere kendi tanımı olan kadük bir demokrasi ile az gelişmiş seçmenlerini uyutmaya devam eder. Dünya tarihinde bu sorgulama ve irdelemeleri yapmayan toplumlarda demokrasi bilinci gelişmemiştir. Neyse ki Gezi Parkı ile başlayıp tüm yurda yayılan bir eylem, insanımızın bu saat gibi işlemesi gereken mekanizma ile ilgili bilincinin mevcut olduğunu gösterdi. Şehrine, doğal örtüsüne, geleneklerine ve insanca yaşama ihtiyacına bağlı olduğunu, bunu tehdit eden otoritenin açıkça istenmediğini, yıllarca uygulanan karanlık ve kapalı kapılar ardındaki politikalardan usandığını haykırdı. Bunu şiddette, çirkinlikten ve mantık sınırlarının dışında bir davranış sergilemeden uyguladı. Dünyanın en kalabalık metropolünün sakini olarak uyguladı. İstanbul geleneklerinin ve zenginliklerinin rant tarafından yağmalanmasına müsade etmeme stratejisiyle uyguladı.

Siyasetin, barbarca bir partizanlıkla yıkıcı olmadığı bir toplum düzenine kavuşabilmek için öncelikle demokrasinin birincil ihtiyacı olan hukuk ve adalet sisteminin tüm insanlığa eşit mesafede durması gerekiyor. Akıl almaz bir hukuk ve adalet anlayışının hükmettiği 1982 anayasasının buyurduğu, kirli bir bilişim sisteminin ait olduğu güçlere servis verdiği, en önemlisi de yüce halkın ihtiyaçlarına ve kaybettiği itibarına yakışır bir siyasi seçim sistemini öngörüyor mantığım...

Konu siyaset olunca yazılacak çok şey mevcut. Zira siyaset te bir mühendislik. Matematiksel kurallara dayalı uygulandığı sürece de insanlığın refahı için en sağlam araçlardan biri. Demokrasi isteniyorsa bu mekanizmanın en insani şekilde işletilmesi de yine bizlerin elinde...