31 Aralık 2012 Pazartesi

YENİ YIL MESAJI

Kiminize göre yaşlanmak, kiminize göre sıkıntı ve acılarından arınmak, kiminize göre gerçekleştireceği zengin hayal ve hedefleri için motivasyon sağlamak ve kiminize göre de içinde bulunduğu durum her neyse kaldığı yerden debelenmeye uğraşmakla eş değerdir yeni yıl...

Tıkanıklıklarla dolu ve gerçekleşmesi öyle ya da böyle ertelenmiş hedeflerimizin hezeyanlarını geride bırakabilmek için çok anlamlı bir fırsattır yeni yıl başlangıcı...Eminim her birinizin kolunu kanadını kıracak gelişmeler yaşanmıştır doldurduğumuz bir yıllık zaman diliminde. Unutmayın ki zaman dilimleri, döngüler, mevsimler, günler, haftalar ve saniyeler biz insanoğlunun tarihi boyunca kurguladığı zaman kavramının zavallı birimleri olarak ölümcül yaşantımızın saatini belirliyor. Bizler de her yeni başlangıç umudunu yeni olumlu etkilere fırsat vermek için sıfırlayıp ileriye özenle ve yenilik umuduyla devam etmeye çabalıyoruz. Büyük ve eksiksizce işleyen bir sistemin parçalarına kendi varoluş bilincimize göre şekil verip, bireysel fenomenimizi yaratmaya ve bu sistemin içinde yer açmaya çabalıyoruz.

Yüzyıllardan veya binlerce zaman dilimlerinden beridir döngüde olan bir hayatımız var ve şu anki maddesel bedenimizin kendimiz için en iyisine layık olduğunu yine kendi hedef ve doğrularımızla belirleyip ilerlemeye çalışıyoruz. Yeni yılın başlangıcı da bizim bu hedef ve doğrularımızın kendimize, kendimiz gibi bedensel bilince sahip tüm canlılara sevgi, saygı ve anlayış içerisinde yaklaşıp kaynaşacağımız yeni bir döngüsel sürecin başlangıcı olacak. Evrende kusursuz işleyen mekanizmaya zarar verebilecek en küçük etkiden bile kaçınmamız birincil hedefimiz olmalı diye düşünüyorum. Aksi takdirde geride bıraktığımız tarih bize geleceğimizi acımasızca sunuyor.

Dolayısıyla, ertelediklerimizi kararlıkla sonuçlandıracağımız, hedeflediğimiz yenilikleri teker teker gerçekleştirebileceğimiz, en başta sağlık olmak üzere tüm olumsuz etkiler ve engellerden kurtulabileceğimiz, bireysel ve ulusal refahı huzurla deneyimleyebileceğimiz bereketli ve aydınlık bir yeni yıl diliyorum.

20 Aralık 2012 Perşembe

Kıyamet Günü Beklentisi

Yarın 21 Aralık 2012 ve Maya takviminin bitişine istinaden son birkaç yıldır gezegenimiz üzerinde bilen bilmeyen herkesin üzerinde yorum yaptığı ve zamanın sonu olarak tasarlamış olduğu bir gün...

Esasında 21 Aralık tarihteki efsanevi birçok karakterin doğum günü olarak bilinen, oğlak dönencesinin, yani en uzun gecenin vuku bulduğu tarih...Hoş, tarihi ve zamanı belirleyen insanoğlu olduğu için, pek tarihler üzerinde durmamak gerektiği bilincine erişmiş bulunuyorum kendi adıma...

Herbirimizin izlediği kadarıyla, kıyamet günü olarak belirlenen 21 Aralık 2012, birçok sektörlerde kendine muhteşem bir ekonomik yer hazırladı. Film sektöründen basın-yayın sektörüne, ekonomiden ticarete kadar tüm dünya sakinleri bu tarihi odak noktası olarak belirleyip özellikle ticari birçok yatırıma imza attı. Fransa ve Türkiye'deki iki nokta, kıyamet gününden etkilenmeyeceği bahanesiyle turizm alanında muhteşem gelirler elde etti.

Benim aklıma konunun en başından beri birçok soru takılıyor. Bunları izin verirseniz sizlerle paylaşmak istiyorum.

  • Cidden kıyamet günü olacaksa bunca emek ve ticari kazanç ne anlam ifade ediyor?
  • Dünya medeniyetinin yaşı veya yaratıldığı süre bile belirsizken, geçmişte yaşayan bir medeniyetin şifresi bile tam bilinmeyen tarih kavramına ve yazıtlarına neden bu kadar itibar ediliyor?
  • Astrolojik veya astronomik veriler ışığında değerlendirildiğinde neden bu kadar fazla bilgi kirliliği mevcut?
  • Zaman kavramı, biz fani insanların yaratmış olduğu bir birim sistemiyse, 2012'nin Aralık ayındaki sıradan bir günün gezegene vereceği zararı neden son 10 yıldır telaffuz ediyoruz?
  • Kıyamet kavramını tüm inanç sistemleri veya dini kitapların betimlediği şekliyle mi bilincimize kazıyoruz?
  • Ölümden korkma eylemini sadece bu tip sanallaştırılmış günler için mi hatırlıyoruz veya ölümden algıladığımız nedir?
Kıyameti bir tarafa bırakırsak, bilinçsel ve algısal olarak tüm şu yukardaki sorulara yanıt aramaya çalışsak, eminim ki 21 Aralık 2012 sıradan ve umutla geçireceğimiz bir gün olarak tarihimize kazınacak. Bundan tam 12 yıl önce "dijital kıyamet" olarak adlandırılan 1 Ocak 2000 tarihini rahatlıkla atlattığımızı hatırlatmak isterim. Peki o tarihten beri milyonlarca insan kıyameti yaşamadı mı sizce? 

En basitinden, kıyametin yaşadığımız dünya ile bağımızın kesilmesi olarak isimlendirsek; binlerce şehit verdiğimiz son 30 yılda, terör saldırılarının gerçekleştiği yüzlerce patlamada, eşini çocuğunu yakınını pisi pisine kaybeden insanların çektiği ızdıraplarda, binlerce akıl almaz trafik kazasında, doğal felakette...kıyametini yaşamadı mı insanlık sizce?

.....

Zaman, bu dünyada belirli bir süre geçiren fanilerin, yaşlanan bedenlerinin tarifini kıyaslamak için koydukları basit bir birimdir. İnsanoğlu sadece bu boyutta beden bulup, bu boyutta canını kaybedeceğini bilerek yaşar. Hayatı için koyduğu hayaller, planladığı hedefler yine kendi yarattığı zaman biriminin belirlediği ölçüde gerçekleşebilir. Ötesi yoktur. Bilinç bunu algılamaz, sorguladığı zaman da kendisini aşacağını hissedip dini sembollere ve öğretilere sığınır. Oysa o dini bilgi ve algı sistemi de yine biz fani insanoğlunun kendine uydurduğu ve kurguladığı şekilde günümüze ulaşmıştır. O dini öğreti ve yazıtların aslında vermek istediği gizli sembol ve şifreler, insanlığın gelişmesi ve bilinç sıçramasına erişebilmesine fırsat verdiği halde görmezden gelinir, belirli ticari güçler ve menfaatler tarafından gölgelenir. Bu nedenledir ki insanoğlunun bilinci 3 boyutlu çalışır. Ötesine ne anlam yükler, ne de kafa patlatır. 

Bundan 10 yıl önce, insan zihni, paralel evrenler, güneş sistemleri üzerine günümüzdeki kadar farklı fikir ve düşünce dile getirmek ya olanaksızdı, ya da bu tip yönelimler "şeytanın işi" veyahut "delilik" olarak isimlendirilebilmekteydi. Oysa teknolojinin nimetleri ve ortaya atılan mesnetli fikirlerden dolayı insanoğlu bilinçsel boyutta daha esnek ve daha özgün düşünebilme, kendi varlığını ve geçmişindeki uhrevi detayları daha rahat ve daha serbest olarak değerlendirebilmekte....işte belki de bu yüzden bazılarına göre bu kıyamet günü fırsatı, belirli bir bilinç atlaması veya farklı bir bakış açısıyla yaşamı, evreni ve gizli şifreleri geniş bir perspektifle ortaya koymaya fırsat veriyor. 

Kıyamet bahane; bakalım sizler de insan olarak yaratılışınızın ve bundan sonraki bilinçsel düzeyinizin farkındalığına erişebilecek misiniz? Yoksa, sizden önceki nesiller gibi aynı hamam aynı tas mantığı ile yaşantınızı tüketip, kafanıza takılanlarla yüzleşebilmek için farklı boyuta geçmeyi mi bekleyeceksiniz...

10 Ekim 2012 Çarşamba

Dünya Ruh Sağlığı Günü

Tam 20 yıldır kutlanan ve uluslararası bir organizasyonun eseri olan bu özel günde, ruh sağlığının korunması üzerine bir yazı yazmanın doğru olacağını düşündüm

....

Her geçen gün kirlenen ve üzerinde yaşayan insanların yaşam kalitesinin düşmesine neden olan dünya düzeni, gerek ülkemizde, gerekse dünyanın gelişmemiş bölgelerinde sırf insan neslinin değil, bütün canlı türlerinin bozulmasına, mutasyon geçirmesine ve hatta yaşamlarını kaybetmelerine neden olmaktadır.

İnsan nesli, yapısı gereği, çevresel faktörlerden kolay etkilenmekte, bedensel sağlığının korunması bir yana ruhsal bütünlüğünün ve sağlığının da daimi olmasını sağlamakla yükümlüdür.

Sanayi devrimi sonrasında kalabalıklaşan şehirlerde mekanik yoğunluğun getirdiği çevre kirliliği, gürültü, taşıt kazaları, cinsel ve maddi suçlar, uyuşturucu alışkanlığı, dengesiz ve yetersiz beslenme gibi etkenler neticesinde   ruh bozuklukları ve sıkıntılar meydana gelmektedir. Doğuştan gelen bu tür rahatsızlıkların yüzdeleri, sonradan olma rahatsızlıkların yanında çok daha küçük yüzdeleri kapsamaktadır.

Nüfusu milyonlarla ifade edilen bir metropolde stres, heyecan ve endişe gibi ruhsal sıkıntıları yaşamamak mümkün müdür? Zira ruh sağlığının dengesini yitirmede çevresel faktörlerin etken olduğundan bahsetmiştik. Çileden çıkartan bir trafikte, birey ulaşmak istediği noktaya ya geç kalma endişesi taşımaktadır, ya da sağ salim kazasız belasız ulaşabilme heyecanı ile doludur. Asayiş ile ilgili sıkıntılar ve kendi kontrolü dışında gerçekleşme ihtimali olan eylemler de bireyi ruhsal yönden baskı altın alan ve tekrarlanması durumunda türlü ruh sağlığı dengesizliklerine itebilmektedir...

Bütün bu koşulların olmadığı bir durumda, kişi belki kendi yakın çevresinin başına gelenlerden bile etkilenebilmekte, endişe ve agresyonu kişiselleştirebilmektedir. İkili özel ilişkilerin de neden olabildiği aşk, intikam, nefret ve iletişim bozukluklarının birikimi de ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.

Görüldüğü üzere çoğumuz, yukarıda belirttiğim etkenlerden bir veya birden fazlasına sahip olma durumu taşımaktayız. Ruh sağlığımızı korumak için türlü kalkanlar oluşturmakta, egolarımızı ön plana çıkarmakta, temkinli davranış yapısı geliştirmekte ve tüm bu olumsuz etkenleri hayatlarımızdan çıkarmakla çözüm bulacağımızı sanıyoruz.

Oysa ne teknolojinin nimetlerini hayatımızdan atmakla, ne kişisel ilişkilerimizi kalkanlar örerek korumakla ne de toplumu veya ilişkide olduklarımızı değiştirmeye uğraşmakla ruh sağlığımızı koruyabiliriz. Burada sıkıntıyı uzaklaştırmak için iki temel çare vardır.

  • Kabullenmek
  • Kendimizi değiştirmek
Çoğalarak düzen haline gelen karmaşa ve endişe nedenlerini değiştirmek bizlerin elinde değildir. Ne televizyondaki olumsuz haberleri izlememeyi seçip güncel dünya ve toplum haberlerinden uzak kalabilirsiniz, ne de size olumsuz davranışlar ve ruh haline neden oluşturacak insanları hizaya sokup değiştirme yeteneğine sahip olabilirsiniz. Nüfusu milyonlarla ifade edilen bir şehirde yaşıyorsanız, bu kadar nüfusun neden olabileceği trafiği yok etme özgürlüğünüz olabilir mi? Asayişin sağlanmakta zorlanıldığı kalabalık toplumda, bir gün size de maddi veya manevi zararlar verebilecek bir suç ihtimalini yok edebilecek değişime neden olabilir misiniz? Çocuğunuzun her sabah sağ salim evden çıkıp, aynı şekilde okuldan dönmesini endişeyle ve olumsuz senaryoları kafanızda sıralayarak geçirmek yerine, tüm olumsuzluklarla günün birinde karşılaşabilme ihtimalinizin olduğunu kabullenmekten başka bir çareniz yoktur. Derenin suyunu ters istikamette akıtabilir misiniz ayrıca?... 

Bir başka seçiminiz de, olumsuzluklara karşı geliştirilen endişe ve hezeyanların ruh sağlığınızı tehdit etmesine mani olmak üzere kendinizi değiştirme yoluna gitmenizdir. Olayları ve kişileri değiştiremezseniz kendinizi değiştireceksiniz. Bugüne kadar alışılagelmiş tüm tıkanıklıkları kendinizi değiştirerek çözümleyebilirsiniz ki bu kabullenmekten daha olumlu bir bakış açısıdır. Bu değişim sizi özgürleştirirken, ruhunuzun daimi olarak sağlığını da kalıcı hale getirir. 

Daha önceki makalelerde, kendinizi değiştirme gücünün bilinç dışınızdaki kodlarda mevcut olduğunu, sizi mutsuzluğa iten etkenlerin bu kodları çözecek ve uygun halde programlayacak yöntemlerin de varlığından bahsetmiştim. Korkuların veya fobilerin giderilmesi, endişelerin sindirilmesi, öfke kontrolü ve bakış açılarının alternatifleri olduğunun bilincine varılması gibi tüm olumsuz etkenleri değiştirebilme şansına sahip bir varlık olduğumuzu unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. 

Herhangi bir sebeple engelli hale gelen insanların, mevcut engellerini kabullenip, yaşadıkları ortama adapte olup, kendilerini değiştirip geliştirdiğini ve bedensel engele sahip insanların bile başaramadığı konularda nasıl üstün hale geldiklerini gözlemleyin. 

Ruh sağlığınızın kalıcılığı için kendinizi istediğiniz yönde ve nitelikte değiştirme olanağına sahip olduğunuzu da unutmamanızı hatırlatır, ruhsal ve bedensel bütünlüğünüzü koruyabildiğiniz hayatları yaşamanızı dilerim...

2 Eylül 2012 Pazar

Öfke Kontrolü Özgürlüğüne Sahipsiniz...

Kişiliğimizin şekillendiği yaşlarda, gerek çevresel faktörler, gerekse edindiğimiz huylar neticesinde munis veya agresif karakterli bireyler olabilme seçeneğine erişiriz. Zaman içerisinde, davranış boyutunda deneyimlediğimiz anılar, travmalar, tıkanıklıklar ve gelişmeler bizi çok basit olaylara verdiğimiz tepkilerde bile öfkeli hale getirebilir.

Öfke, bireyin kontrolü altına alamadığı veya erişemediği deneyimlere karşı geliştirdiği bir ataktan ibarettir. Zaman zaman fizyolojiyi aksatabilen, tansiyon ve kalp sorunlarına bile neden olabilen davranış şeklidir. Birey, eğer ki çevresindeki insanları kırıp dökmediyse, ani çıkışlarını ve yıkıcı tepkilerini tolere edebilen bir sosyal alanı kalabilmişse, muhtemel uyarıları zaten alabilme durumundadır. Ancak öfke atakları, bireyin daha sonra pişmanlık duyabileceği seviyelere tırmandıysa, ataklar geçtikten sonra sosyal çevresine sunduğu özürlerin yoğunluğu arttıysa, mutlak bir öfke sıkıntısı içerisindedir ve bunun giderilmesi gerekmektedir. Tedavi demiyorum. Çünkü davranışsal seçimler veya olumsuz yönelimleri kişisel gelişimde "hastalık" olarak kabul edemiyoruz...Dolayısıyla hastalık olmayan bir kavram tedaviye ihtiyaç duymaz.

Bireyin öfke hissine neden olan reaksiyonu genelde kendisiyle değil, yakın veya uzak çevresiyle ilgilidir. Kendinde bu tarz bir davranışa neden olabilecek sebepleri mutlaka üçüncü şahıslara yükler. Öfkeli insan dünyayı değiştirmeye çalışır ama dünya onu umursamaz çoğunlukla... Bu nedenle öfke ataklarına sahip olduğun düşünen bireyin "kendini değiştirmesi" kaçınılmazdır.

Büyük şehirlerde yaşayan ve çok farklı davranış ve inanç boyutundan insanın bir arada ortak yaşaması çağımızın olumsuz mecburiyetlerinden biridir. Öfke ataklarına neden olan başlıca sebep, bireylerin birbirlerinin sınırlarına ve kurallarna saygı gösterememesinden kaynaklanmaktadır. Bir de farklı pencereden bakıp şu soruları sorabiliriz :

  • "Siz, birey olarak kendi kural ve sınırlarınıza saygı duyuyor musunuz?" 
  • "Donanımlı, kendine has zevk ve seçimleri olan birisi olarak, diğerlerinin kuralları ve sınırları olabildiğinin bilincinde misiniz?

...

Sinirli veya agresif dediğimiz sıfatlar davranış boyutunda incelenir. Davranış boyutunda bireyin kendine sorması gereken soru "nasıl davranıyorum" olmalıdır. Öfke nöbetleri geldiği sırada odaklandığı konu ve tam bu safhada bakış açısını saptırabilecek sebep ne olmalıdır? Tıpkı öfke gibi olumsuz bir davranışı mevcutken, kişiliğine özel çok daha olumlu ve kendini değerli hissettiği başka bir sıfatı da mutlaka vardır ve öfke fenomeni ile yer değiştirebilmesi de mümkündür.

Öfke kontrolü, bireyin tercihlerinden biridir ve özel bir değişim gerektirir. Her değişimde olduğu gibi, bireyin bedel ödemesi zorunludur. Bedel ödemek te rahatsızlık yaratır. Bu değişim için birkaç NLP metodu bulunmakta ve bireyin gelişimi, geçmişi ve yaşam tarzına uyumlu olarak bu metotların uygulanması sağlanabilmektedir. Öfke yoğunluğunun dağılması sırasındaki tepkiler, hezeyanlar ve pişmanlık hissi bu bahsettiğim "rahatsızlık" hissini açıklayabilmektedir.

Sizin de hayatınızın akışında önüne geçemediğiniz öfkeleriniz varsa ve sosyal çevrenize bunu yansıtmaktan, kalp kırmaktan veya pişmanlık yaşamaktan vazgeçmek istiyorsanız değişim zamanınız gelmiştir. Dilerseniz bu değişimi birlikte deneyimleyebilir, öfkeyi hayatımızdan çıkartabiliriz. Bunun neticesinde özgürleşme hissine erişebilmeniz kaçınılmazdır.

27 Haziran 2012 Çarşamba

Hipnoz ile ilgili önemli açıklama...

Uzun zamandır bu konudaki bilgi birikimimi ve yanlış anlaşmaları bir kere daha sizlerle paylaşmak istedim. Danışanlarımın büyük bir kısmı "hipnoz" işlemini kontrolden çıkma ve kendini kayıtsız şartsız danışmanın eline bırakma gibi algılıyor ve bu işlemin kolaylıkla uygulanabilen bir oyun olduğunu farz ediyor...

Değerli okuyucularım, bir kere daha tekrarlama gereği duyuyorum ki hipnoz, psikiyatristlerin terapilerinde kullandığı ve filmlerde izlemeye alışmış olduğunuz "hipnoterapi" ile tamamiyle farklı bir çalışmadır. Hipnoz seansında danışan "uyutulmaz"... Anlayabileceğimiz dilde belirtirsek hipnoz, uykunun en hafif olduğu faza geçirilip, bilhassa danışmanın ilgili konuya atfen geliştirdiği metaforlarla bezeli bir konuşma yaparak danışanın ilgili konuda gidermek istediği bilinçdışı yönünü temizleme yöntemidir.

Hipnoz, sıkıntı ve baskı yaratan bir takıntının giderilmesi, olumsuz bir alışkanlıktan kurtulmak, obezite, alkolizm gibi ekstrem durumlara karşı bilinçdışı kodların değiştirilmesi gibi amaçlarla kullanılabilmektedir. Danışanın gidermek istediği olumsuz özelliği hipnoz seansına kadarki koçluk sürecinde giderilmez ise hipnoz yöntemine baş vurulabilmektedir. Kanser tedavisi gören hastaların ruhsal rahatlama seanslarında da hipnoz kullanılabilmektedir.

Bu nedenle, "haydi beni bir hipnoz yapsana" gibi yaklaşımlar hem konuya olan duyarlılığı hafife almakta, hem de bu söylemi sarf eden kişinin hipnoza karşı olan ön yargısı ve merakını olumsuz yönde etkilemektedir. Hipnoz karşılıklı etkileşimdir. Danışmanınızla birebir deneyimlediğiniz bir süreçtir. Hipnoz tek başına yapılmaz ve yaptırılmaz. Karşılıklı etkileşimle trans meydana gelmektedir. Ciddiyetle uygulandığı ve algılandığı sürece de şifasını görürsünüz...

1 Haziran 2012 Cuma

Azim ve Strateji

Japonya'nın Kyoto şehrinde bir çocuk 10 yaşlarındayken bir trafik kazası geçirmiş ve sol kolunu kaybetmiş. Oysa çocuğun büyük bir ideali varmış . Büyüyünce iyi bir judo ustası olmak istiyormuş.
Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören babası, Japonya'nın ünlü bir Judo ustasına gidip yapılacak bir şeyin olup olmadığını sormuş...
Hoca :
-Getir çocuğu, bir bakalım, demiş.
Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına...
Hoca çocuğu süzmüş ve...
-Tamam demiş...
-Yarın eşyalarını getir, çalışmalara başlıyoruz.
Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş.
Çocuk bir hafta aynı hareketi çalışmış...
Sonra hocasının yanına gitmiş. "Bu hareketi öğrendim başka hareket göstermeyecek misiniz hocam ?" diye sormuş.
Hocanın cevabı :
Çalışmaya devam et olmuş...
2 ay, 3 ay, 6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş...
Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış.
Hocanın yanına tekrar gitmiş :
-Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket göstermeyecek misiniz ?
-Sen aynı hareketi çalış oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz...
2 yıl ,3 yııl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş.
Bir gün hocası yanına gelip. .."Hazır ol ! " demiş... "Seni ülkemizin en büyük turnuvasına yazdırdım.
Yarın maça çıkacaksın !"... Delikanlı şok olmuş...
Hem sol kolu yok hem de judo da bildiği tek hareket var.
Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiçbir şansının olmayacağını düşünmüş ; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış...
Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildiği tek hareketi yapmış ve kazanmış. Derken.. ikinci ve üçüncü maç...
Çeyrek, yarı final ve final...
Finalde delikanlının karşısına ülkenin son on yılın nağmalup şampiyonu çıkmış.
Tam bir yenilmez. Delikanlı dayanamayıp hocasının yanına koşmuş...
-Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın hele... Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tekbir hareket var...
Bu kadar bana yeter... Bari çıkıp ta rezil olmayayım izin verin turnuvadan çekileyim..
-Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş.
Yenilirsen de namusunla yenil.
Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış.Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmış ve tak !...
Yenmiş rakibini ve şampiyon olmuş.
Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına kosmuş :
-Hocam nasıl oldu bu iş ?... Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım ?
-Bak oğlum 10 yıldır o hareketi çalışıyordun.
O kadar çok çalıştın ki , artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç bir kimse yok.
Bu biiir,
-İkincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır...
Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutması gerekir.
 
Bunu anlatan Shicho Ishiguro San bir de şunu ekledi :
İnsanların eksiklikleri bazen , aynı zamanda en güçlü tarafları olabilir ;
Ama yeter ki bu eksiklik kafalarında olmasın...

22 Mayıs 2012 Salı

Hüsran duygusunu aşmaya ne dersiniz?

Pür dikkat, çok iyi niyetlerle ve hayallerle sarıldığınız bir proje beklediğiniz gibi gitmedi ve siz patlak lastik gibi bir halde, tamamiyle başladığınız noktaya döndüğünüzü hissediyorsunuz. Moralinizin yerle bir olduğunu düşünebilir, tekrar başlamak için fırsat yakalama şansınızın düşük olduğunu hissedebilirsiniz. İnsansınız ve insani bir tepkiye sahipsiniz haliyle... Peki yeteri kadar bu proje için kaynaklarınızı verimli olarak kullandığınızı düşünüyor musunuz? Acaba bir yerlerde eksik bir ayrıntıyı görmezden gelmiş olabilir misiniz? Söz konusu projenin tüm dinamiklerine vakıf mısınız? Yoksa yeteri kadar motivasyon mu sağlayamadınız? Size başladığınız bu projenin su gibi akmasını sağlayan ihtiyacınız nedir? Girdiğiniz yoldan pes etmek gibi bir lüksünüzün olma varsayımını bile aklınıza getirebileceğinizi sanmıyorum.


Sakinleşin ve daha yükselen bir enerjiyle başa dönün. Biraz daha geriye yaslanıp resmi daha geniş perspektiften inceleyin. Acele de etmeyin mümkünse...Kolay gelsin

18 Nisan 2012 Çarşamba

KOÇ hangi özelliklere sahip olmalıdır?

Değişen hayat şartlarımızda dünyaya asıl geliş amacımızın sorgulanmasını ve kendi içimize dönüp yaşantımızın analizini yapabilmemizi zaman zaman unutabiliyoruz. Her birimizin yoğun veya durağan hayat temposunda ve gelecek kaygılarımızla örülmüş yollarımızda durup düşünmeden, "ben neredeyim, nereye gitmeyi umuyorum" kadar basit bir soruyu en azından gece yatağımıza yatıp uyumayı beklerken bile sorgulayamıyoruz. 

Bazen haddinden fazla içe dönüp, hayatı çok fazla dramatize edip uyumayı beklerken en kötü senaryoları zihnimize getirip, ne kadar devam edeceği belirsiz hayatlarımızı daha da zindana çeviriyoruz. Üç aşağı beş yukarı durum çoğumuz için aynı sevgili dostlar...

Son yıllarda bilgisi olan olmayan her yakınımızın "pozitif düşün, pozitif olsun" gibisinden yaklaşımlarla sizlere kendine göre telkinlerle yaklaştığına eminim. Hayatlarında az da olsa belirli birikim veya deneyimlerle yol alan kişilerin, türlü egolarının desteğiyle yanı başındakilere "yaşam koçluğu" yaptığını, ancak kendi hayatında var olan açmazları ve olumsuzlukları aşabilmede başarısız olduklarını gözlemliyor olmalısınız...

Son on yıldır yaygınlaşan ve daha çok yabancı kökenli yayınlarla toplumumuza bulaşan türlü kişisel gelişim kitaplarını okuyarak bireylerin pozitif düşünce ile dolduğunu ve hayatlarını çiçek-böcek çocukları gibi şenlendirdiğini düşünmüyorum. Kaldı ki pozitif düşünmekle pozitif olunmaz, zira düşünmek bilincimizin faaliyetidir. Bilinç anlık faaliyettir, alışkanlığa neden olan sonuçları bizlere sunamaz. Bireylerin pozitif düşünceye veya pozitif enerjiye sahip olmaları alışkanlık ve disiplin durumudur. Bunu da bilinç dışı bireye sağlar. Bilinçsel komutlar değil... Bu nedenle ilk tavsiyem, enerjinizin ve moralinizin en düşük hallerde olsanız bile, çevresel faktörlerin sizlere komut vermesine müsaade etmemeniz. Komut sizde olduğu takdirde sonuca ulaşabilirsiniz. Olumsuz veya negatif enerji ile dolu olmanız bile size özgüdür. Dünyanın en mutlu olan insanları bile zaman zaman bu keyifsiz anlara sahip olurlar. Sırf size ait değildir yani...dolayısıyla sahte koçlarınızın sizlere hükmetmesini veya kendi pozitif (!) yargılarıyla sizi yönlendirmelerine izin vermeyiniz. 

Fark ettiyseniz, "yargı" kelimesinin üzerinde fazla durmaya çalışıyorum. Zira, insan evladı, ne yazık ki karşısındakini dinlemez, dinlediğini sanır ve hemen kendinden veya üçüncü şahıslardan örneklerle sizi iyi hissettirdiği aldatmacasına düşebilir. Hayatı şekillendiren, değer yargıları edinen, insani tüm özelliklerinin kendine ait olduğu ve benzersiz bir yaratık olduğunu bilmesi gereken bireyin kendisidir. Hayatının dümenini de sıkı sıkıya tutup yolunu belirleyecek te kendisidir. Kendi değer yargılarını bir tarafa bırakıp, en azından karşısındaki kişinin anlatmak istediğini onun hayatını yaşıyormuşçasına göz önünde tutan kişi koçtur işte...Burada karşımıza "empatik dinleme" durumu çıkıyor. 

Nereye gideceğini bilemeyen ve kendine has açmazları olduğunu düşünen bireyi, öncelikle olmasını istediği yere taşıma misyonu yüklenmiş bir koç, empatik dinlemeyle ve doğru sorularıyla "bilinç dışı" tıkanıklığın kaynağını bulur. Bireyin ilerlemesine engel olan psikolojik ve zihinsel tüm etkenler bilinç dışı düzeyde bulunmaktadır. Birikimlerle, alışkanlıklarla ve öğrenilmiş çaresizliklerle dolu bir zihin, bilinç dışı temizlikle çözülebilir. 

Korkular, fobiler, ertelemeler, üşengeçlikler, öğrenilmiş çaresizlikler (sigara ve benzer alışkanlıklar, obezite ve zararlı beslenme alışkanlıkları) ne kadar birey tarafından üzerine gidilse de kolayca çözülmediğini gözlemlemiş olmalısınız. Zira, tüm bu saydıklarımın bünyemizle bir zaman sonra eş zamanlı hareket etmesi bilinç dışı faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır.

Tatsız alışkanlıklara dönüştürdüğümüz ve bizi ilerleme güdüsünden mahrum bırakan bu alışkanlık ve davranışları eşiniz dostunuzla çözebileceğinizi düşünüyor musunuz şimdi?

Tekrarlayacak olursak, bir koçun özellikleri;
  • Öncelikle kendi bilinç dışı temizliğini becerebilmiş veya hali hazırda buna çalışıyor olmalıdır
  • Empatik dinleme alışkanlığını edinmiş olmalıdır
  • Kendi değer yargılarını ve egosunu kendine saklayan ve iletişimde olduğu bireyi bu kişisel yargılarından uzak ve izole tutmalıdır
  • Doğru ve akıllı sorularla bireyin gerçekte aşması gereken engelleri anlayıp bilinç dışı tıkanıklığını keşfetmelidir 
  • Öğrenilmiş çaresizlikler kavramlarını iyi anlayıp bunları yine bilinç dışı çalışmalarla temizleyebilecek NLP veya Hipnoz tekniklerine haiz olmalıdır
  • Kendisine danışan birey veya kurumun değişim ve gelişim sürecini sabırla takip edip geri dönüşler almalıdır. Gerekiyorsa süreçteki adımları tekrarlamalıdır.

Çok hızlı yaşadığımız ve kolay tükettiğimiz hayatlarımızda hepimizin doğru yaşam koçlarına ihtiyacımız var ve bu bilgilerle yalnız olmadığınızı hatırlatmak isterim...

11 Nisan 2012 Çarşamba

HİPNOZ nedir ve hangi amaca hizmet etmektedir?

Önce Hipnozun tam bir uyku olmadığını söylemekle başlamalıyız. Her ne kadar Hipnosis Yunanca da uyku anlamına gelse de (hatta Yunan mitolojisinde uyku tanrısının adı olsa da) yapılan elektrofizyolojik incelemeler hipnoz anı ile uyku halinin tamamen farklı durumlar olduğunu göstermiştir. Uykuda görülen yavaş beyin dalgalarının yerine hipnoz sırasında kişinin beyin aktivitelerinin uyanıklığa denk olduğu görülmüştür. Hipnoz kelimesi ilk kez İngiliz hekim Braid tarafından kullanılmıştır.

Hipnozun mazisi çok eskilere dayanmakla birlikte bilimsel kavramlara girmesi F. A. Mesmer tarafından sağlanmıştır. 18. Yüzyılın son çeyreğinde bazı nörotik hastaların tedavisinde hipnozu kullanan Mesmer hem çok popüler olmuş hem de bir çok karşıt kazanmış, kendisi şarlatanlıkla suçlanmıştır. Zira her devirde olduğu gibi o devirde de insanlar doğa üstü güçlere ve bu güçlere sahip olan insanlara çok inanmışlar ve onlardan medet ummuşlardır. Bunu çok iyi kullanan Mesmer hipnoz seanslarına adeta mistik bir hava katarak etkinligini artırmıştır.


Günümüz Türkiye’sinde hipnoz hak ettigi yeri yavas yavas tedavilerde almakla birlikte istismara açık bir saha olarak halen bakirliğini korumaktadır. Bunun nedenini ilerleyen satırlarda daha iyi anlayacaksınız.


Hipnozu şu an en çok uygulayanlar sahne illüzyonistleri ve medyumlardır. Bunun yanında psikiyatristler ve diş hekimleri de hipnozu pratiklerine almaya başlamışlardır. Ancak yine de bazı kötü niyetli kişiler hipnozu sanki başlı başına bir tedavi edici metodmuş gibi lanse etmekte ve bu yolla hastaları kullanmakta ve onlara zarar vermektedirler. Aslında hipnoz psikiyatrik hastalıkların psikoterapisine yardımcı bir metod olarak kullanılabilir. Hipnoz altında verilmesi gereken telkinler ve diğer psikoterapi yolları izlenmezse, sadece hipnoz yapılmış olması hastalığı tedavi etmez. Bunu şu örnekle daha iyi açıklayabiliriz: Bir cerrahın ve bir kasabın eline neşter verdiğinizi varsayın. Cerrah yaptığı müdahalede nasıl anatomik katları tekrar birleştirmeye uygun keser. Oysa kasap sonrasını düşünmeden neşteri çeker ve tamiri güç yaralar bırakır. İnsanın ruhsal yapısını bilmeyen hastalığın sebepleri konusu üzerinde ihtisası olmayan birinin ruhsal hastalıkları tedavi etmeye kalkması kasabın ameliyat yapmasına benzer ki kişinin ruh sağlığı üzerinde onulmaz yaralar bırakabilir.

Hipnoz günlük stres ve sıkıntılar, sigara alışkanlığından kurtulmak, şişmanlık ve yeme bozuklukları, uyku bozuklukları, konsantrasyon problemleri, fobiler(korkular), cinsel problemler, psikosomatik rahatsızlıklar, dissosiyatif bozukluklar ve diğer psikiyatrik rahatsızlıkların tedavisinde yardımcı araç olarak kullanılabilir.Ancak hipnozun tek kullanım yeri psikiyatrik hastalıklar değildir. Diş hekimleri anestezide kullanabilirler. Hatta genel cerrahide bile anestezik ajan kullanmadan yalnızca hipnozla yapılan büyük operasyonlar bildirilmiştir.

Ülkemizde hipnozun uzun yıllar ihmale uğramış olmasını materyalist yaklaşımın psikiyatristler arasında çok yaygın olmasına bağlıyorum. Hipnoz altında geçekleşen bazı fenomenleri yalnız madde ile açıklamak mümkün görünmemektedir. Ayrıca psikiyatri pratiğinde biyolojik yaklaşımın ön planda tutulmuş olması da bunda bir etken olabilir. Herkesin kolayca hipnotize olmaması da bunda bir diğer etkendir.


Hipnozun kullanımı bir kenara bırakıldığında en çok merak edilen birkaç soruyu da şöylece özetlemek isterim; Hipnoz tamamen telkinle oluşturulan bir durumdur ve yine telkinle normale döndürülebilir. Şimdiye kadar yapılmış milyonlarca hipnoz denemesinde ve konu ile alakalı yazılarda uyanamama diye bir şeyle karşılaşmadım. Bu tamamen fantastik bir durum olup bazı filmlerdeki sahnelerden kaynaklandığını düşünmekteyim. Kişiye verilen telkinin bitmesinden sonra kişiyi hipnotize eden uyandırmasa bile trans yüzeyselleşir ve kişi bir süre sonra kendiliğinden uyanır. En kötü ihtimalle hipnozist (hipnoz uygulayan)  kişiyi uyandıramadan öldüğünü varsaysak bile hipnoz olan kişi bir süre sonra normal uykuya geçerek uyanır. Kaldı ki aşırı gürültüler, ani ısı değişiklikleri gibi fizik şartlardaki değişimler kişinin transtan çıkmasına neden olur.

Hipnoz olmak üzere olan kişilerin en çok korktukları kirli çamaşirlarinin ortaya dökülmesidir. Ancak şunu bilmekte fayda vardır. Narko analiz ( İlaçla hipnoz oluşturup yapılır) dışında kişi sonradan pişman olacağı yada kişiliğine uygun olmayan bir şeyi ne söyler ne de yapar. Bu konuda hipnozist ısrarcı davranırsa trans yüzeyselleşir ve bir süre sonrada kişi kendiliğinden transtan çıkar. Bu tür durumlar ancak filmlerde olur. “Gözlerime bak ve uyu” da filmlerden çıkıp gelmiş bir sözdür ve gerçeklerle bağdaşmaz.

Demans hastaları, zeka özrü olanlar, çok yaşlanmış dikkatini bir noktada toplayamayanlar, ciddi akıl hastaları ve küçük çocuklar dışında hemen herkese hipnoz uygulanabilir. Ancak, şartları yerine getirdikten sonra herkes hipnoz yapabilir. Bazı insanlar bunu daha kolay gerçekleştirirler. Hipnoz olmaya istekli bir kişi, hakikaten hipnoz yapmak isteyen birisi tarafından kolaylıkla transa sokulabilir ama sonrasında o hipnozdan gerçekçi bir fayda sağlanır mı, tartışılır...Dolayısıyla, hekimlerin ve kişisel gelişim uzmanlarının dışındaki insanların bu işle uğraşması tamiri güç durumlara sebep olabilir. Hele ruhsal sorunların tedavisinde psikiyatristlerin dışında insanların hipnozu kullanmasının kasabın ameliyat yapmasından hiçbir farkı olmadığını hatırlatmak isterim. İşi ehline, yani cerraha vermek gerektiği gibi hipnozu ve ruhsal sorunların tedavisini de psikiyatristlere ve bu konuların uzmanı hipnozist gelişim danışmanlarına bırakmakta fayda vardır.

7 Nisan 2012 Cumartesi

NLP nedir ve hangi amaca hizmet etmektedir?

Neuro-Linguistic Programming olarak açılımı yapılan ve türkçesi "Sinir Dili Programlaması" olarak çevrilen NLP, bireyin istediklerini ve hedeflediklerini elde etmesine imkân veren bir düşünce, uygulama ve davranış biçimidir.

İnsanı bir bilgisayara benzetirsek NLP, bu bilgisayarı nasıl kullanacağımızı öğreten bir sistemler bütünüdür. Her bireyin sahip olduğu potansiyeli nasıl daha etkin kullanılacağını gösteren modellerden ve stratejilerden oluşur.
NLP Kişinin Kendisiyle ve diğer İnsanlarla İletişimidir…

NLP Bir Davranış Biçimidir… Merak, macera hissi, neyin öğrenmeye değer olduğunu ve iletişimde neyin insanları etkilediğini öğrenme arzusu ile yaşama, kaçırılmaz bir öğrenme fırsatı olarak bakar.

NLP Bir Yöntemdir… Her davranışın uyduğu bir yapı vardır. Bu yapıyı öğrenebilir, değiştirebilir ve modelleyebiliriz. Duyularımızla da hangi davranışın yararlı ve etkili olduğunu anlayabiliriz. NLP kendimizin ve başkalarının dünyayı nasıl anladığını açıklar. Şu an dünyada kişisel gelişim alanındaki en gelişmiş teknolojidir.

NLP Bir Teknolojidir… NLP’ yi öğrenen kişi algılarını ve bilgilerini bir zamanlar imkânsız gibi görünen sonuçlara ulaşmak için organize edebilmeyi öğrenir.

NLP’ de sorulan şudur; NASIL YAPILIR?

Yapabilenler ile yapamayanlar arasındaki fark nedir? Neden bazıları hayallerini yaşarken, bazıları sürekli ideallerine ulaşabilmek için kıvranıp duruyor?

NLP; önce insanın doğal olarak neler yaptığına bakar, bunu tanımlar, nasıl yaptığını ortaya çıkarır ve sonra yaşamının her alanında yapabileceği tercihleri ona sunar. Bir bakıma onun yaşama sahasını genişletir. Davranışlarınızdaki kalıpları ve alışkanlıkları tanımaya başladığımızda, yaşamınıza nelerin yardımcı olacağını, nelerin olamayacağını görmeye başlarsınız. NLP sizin bir nehir gibi büyük okyanuslara akabilmenizi sağlar.

NLP’ nin amacı, etkili iletişim kurmak ve sürekli gelişmektir. NLP etkili iletişim kurmak için size gerekli malzemeleri sağlar. Her davranışın uyduğu bir yapı olduğu görüşüyle yola çıkar. Bu yapı; öğrenilebilir, değiştirilebilir ve modellenebilir. Hangi davranışların faydalı ve etkili olduğunu anlamak, algılama kabiliyetimize bağlıdır.

Mükemmel performans ile ortalama performans arasındaki farkı oluşturan nedir?
NLP, 1970’li yılların başında matematikçi Richard Bandler ve dilbilimci John Grinder’ın belirli becerilere sahip olan insanlar ile bu becerilerde ustalaşmış insanlar arasındaki farklılıkları ortaya koyma çalışmalarıyla Californiya’da doğmuştur.

Bandler ve Grinder, mükemmel performansa sahip insanları modellemiş, aynı mükemmelliğe diğer insanların da ulaşabilmeleri için gerekli teknikleri oluşturmuşlardır.

İş dünyasında ağırlıklı olarak Robert Dilts ve John La Valle öncülüğünde ilerleyen NLP, şirket çalışanlarının performanslarını artırmalarına önemli ölçüde destek verdiğinden şirketler ve insan kaynakları firmaları tarafından tercih edilmektedir.

NLP, mükemmelliği ve niteliği inceler. Göze çarpan kişi ve organizasyonların bu göz alıcı sonuçları ne şekilde ettiklerini araştırır. Bu yöntemleri diğer insanlar da aynı ya da benzer sonuçlara ulaşmak için kullanabilirler. Bu sürece modelleme denilir.

NLP, modelleme yapmak için öznel deneyimlerimizi nasıl yapılandırdığımızı, değerlerimiz ve inançlarımızın neler olduğunu ve duygularımızı nasıl kullandığımızı araştırır. Deneyimlerimizin sonucunda iç dünyamızı nasıl şekillendirdiğimizi ve ona nasıl anlamlar yüklediğimizi inceler. Hiçbir olay kendi başına bir anlam taşımaz, ona anlamı veren bizlerizdir. Farklı insanlar da aynı olaya farklı anlamlar yükleyebilirler. NLP, bizim yüklediğimiz anlamları araştırır ve gerekiyorsa da değiştirmeye olanak sağlar.
NLP en iyi iletişimcileri incelemiş ve insan iletişimindeki sistemsel yapıyı oluşturmuştur. Mükemmel insanları modelleme yolu ile pratik araç ve yöntemler geliştirmiştir. Bu araçlar iş dünyasında; işe alma, eğitim, satış, müzakere ve yönetimde; iş dünyası dışında ise eğitim, hukuk ve spor alanlarında uygulanmaktadır. Bununla birlikte NLP sadece teknik bilgiden ve araçlardan ibaret olmak yerine; merak, keşif ve eğlence üçgeni üzerine kurulu bir düşünme şeklidir.

Değişim, yaşamımızın akışını değiştireceğinden cesaret ister. Şu ana kadar yaptıklarımızdan vazgeçerek yeni ufuklara yelken açmak ancak gözü pek insanların işidir.

Eğer gerçekten değişmek istiyorsak ben olmaktan vazgeçip başka birisi olmaya hazır olmalıyız, eğer bunu yapmaya hazır değilsek hemen NLP ile ilgilenmeyi bıraksak iyi olur.

Bu güne kadar yaptığımız şeyleri yaparsak aynı sonuçları alırız, farklı sonuçlar almak istiyorsak farklı şeyler yapmalıyız. Bu da şu an olduğumuzdan farklı birisi olmamızı gerektirir.

"Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleyen sadece delilerdir."
Einstein
NLP kişisel mükemmelliği yakalamanın hem sanatı hem bilimidir. NLP bir sanattır; çünkü herkesin öznel düşünme ve davranma biçimleri vardır ve bunlar – özellikle duygular, tutumlar ve inançlar – tanımlanmaya çalışıldığında oldukça öznel sonuçlar ortaya çıkacaktır. NLP bir bilimdir; çünkü başarılı davranış yöntemlerinden destek alır. Birikimli bir şekilde ilerler.


Şimdi NLP’ nin açılımını yaparak her harfin neyi temsil ettiğine bir bakalım:
Neuro: Tecrübelerimizin sinir sistemimiz sayesinde 5 duyumuzla algılanması ve işlenmesidir. Yani yaşadıklarımızı zihnimizde nasıl canlandırdığımızdır. Kısacası sinir sistemine yaptığımız bir göndermelerden oluşur.
Linguistic: Sinirsel temsillerin kodlandığı, sıralandığı, anlama kavuştuğu dil ve iletişim sistemidir. Yani hayata bakışımızı, olaylara verdiğimiz tepkileri sözcüklerle nasıl anlattığımızla ilgilenir.
Programming: Belirlenmiş hedeflere ulaşmak için iletişimimizi ve sinir sistemimizi organize etme eylemidir. Yani istenilen sonuçlara ulaşmak için düşünceleri düzenler ve değiştirilmesi gereken inançlarla ilgilenir.


Uzmanların dilinden NLP:


“NLP, çoğaltabilmek amacıyla, mükemmeli modelleme yöntemidir. “
(Dr. Wyatt Woodsmall)”

“NLP, işe yarayan bir şeydir.”
(Robert Dilts)

“NLP, dilin zihnimiz ve onu izleyen davranışlarımız üzerindeki etkisidir.”
”NLP, insanlar arası iletişimin sistemli bir çalışmasıdır.”
(Alix Von Uhde)

“NLP, kişisel deneyimler yapısının incelemesidir.”
”NLP, dünyadaki kalıpların saptanması ve kullanımı için hızlandırılmış bir öğrenim stratejisidir.”
(John Grinder)

”NLP, ardında bir dizi teknik bırakan bir tutum ve bir metodolojidir.”
(Richard Bandler)

26 Mart 2012 Pazartesi

Koçluk nedir ve hangi amaca hizmet etmektedir?

Son 10 yıldır bir "koçluk" furyasıdır gidiyor diye düşünebilirsiniz. Okuduğunuz haberlerde, özellikle de eğitim dünyasındaki gelişmelerle kelime dağarcığımıza giren bu yeni tabirin ne ifade ettiğini ve ne işe yaradığını yalın bir dille açıklamak istiyorum.

Koç kelimesi İngilizce kökenli "coach" kelimesinin türkçe karakterlerle yazılmasından başka bir şey değil aslında...Etinden ve yününden yararlandığımız küçükbaş hayvan nesli değil yani, astrolojideki ilk burca verilen isimle de alakası yok... Tam karşılığını "taşıyıcı, ulaştırıcı" olarak türkçeleştirebiliriz. Bütün dünya dillerine giren bir terim olarak ta antrenör, yetiştirici, eğitici gibi bir mecazi anlamı da yüklenmektedir.

"Peki ama neden o zaman eğitimci veya antrenör değil de koç kelimesi kullanılmakta" diye soracak olursanız, buradaki koç; ilerlemeye, hayati değişimlere ve yolculuklara taşıyıcılık desteği verdiği için bu ismi almıştır diyebiliriz.Koçluk yapan birisinin danışmanlık yaptığı bireyler veya kurumları da "coachy" olarak adlandırabiliriz.

Koçluk hizmeti alabilmek için değişim ihtiyacının doğmuş olması gerekmektedir. Değişim ihtiyacı ise hedefler ve hayallerle ortaya çıkmaya başlar. Yahut, bireyin veya kurumun ulaşması gereken bir rol, bir mevki ihtiyacı olabilir. Soyut veya somut olarak duyulan bu gereksinimin karşılanması için mevcut potansiyel, yetkili koç tarafından danışanın sunduğu veriler ışığında ortaya çıkartılır. Hedeflenen mevki veya rol için olası tüm kaynaklar ve olasılıklar karşılıklı olarak ortaya çıkartılır ve denetimli bir şekilde, ihmale yer verilmeden, belirlenen ve hedeflenen sürede ulaşılmaya çalışılır.

Koçluk, başarılı ve yüksek potansiyel enerjiye sahip bireylerin ve kurumların hedefledikleri hayatları ve deneyimleri yaşamak için kullandığı araçlardan biri haline hızla gelmektedir. Bu kadar hızlı yayılmasının ve aranmasının sebebi, kısa zamanda etkin ve nitelikli sonuçlar elde etmesidir.

Koçluk, bir insanın gelişmesine, yeni bir beceri veya bilinç altında sahip olduğu bir değeri ortaya çıkarmasına, yetkinlik veya davranış öğrenmesine, kendisi için koyduğu hedeflere ve erişilebilir hayallerine ulaşmasına veya aşmakta zorlandığı bir problemini çözmesine destek olmaktır. 

Koçluk, ilk olarak 60'lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde, bütün bir kurumun etkinliğini yükseltebilmesi için çalışan kurumsal gelişim danışmanlarının yürüttükleri projelerin parçaları olarak, söz konusu kurumun bünyesindeki liderlerle birebir çalışmaları ile başladı denebilir. Yani koçluk kavramı aslında kurumsal ve belirli bir organizasyonun gelişim çalışmalarının entegre bir parçası idi. 1980'li yıllarda Thomas Leonard koçluğu daha geniş kitlelerin de yararlanacağı bir biçimde yapmaya ve profesyonel koçlar yetiştirmeye başladı.

Koçluk yapan bir profesyonel danışman, danışanlarına üç ana başlık altında destek olabilir;
  • Hedeflerine ve erişilebilir hayallerine daha hızlı ve kolay ilerlemesi, fırsatları etkin biçimde değerlendirmesi, karşılaşılan engellerin çözülmesi veya engel olma fikrinden uzaklaştırılması
  • Koçluk teknikleri uygulanırken, danışanın başka olay ve durumlara da taşınabilecek yeni davranış ve düşünüş biçimleri öğrenmesi, ana veya yan konularla ilgili "farkındalık kavramı" edinmesi
  • Diğer taraftan, danışanın "farkındalığını fark etmesi" ve koçluk ilişkisi  sonlandıktan itibaren danışanın karşılaştığı durumlardan yararlanırken, öğrenme yetkinliğini geliştirmeye devam etmesi ve hayati davranışlarını disiplin altına alıp özgürleşmesi

Kimler bir Koçla çalışır?

Yaşantısında da iyiye yönelik bir değişiklik yapmak, tam potansiyelini eyleme geçirmek isteyen ve bunun için çalışmaya, risk almaya hazır her birey koçluk desteği almalıdır. Girişimciler, iş sahipleri, profesyoneller, ve değişim sürecindeki insanlar ile gelişime açık şirketler genellikle bir koçla çalışırlar. Türkiye'de son 10 yıldır profesyonel yönetim anlayışının yerleşmesiyle ve batı kültürlerinin sistematiğine yaklaştıkça koçluk anlayışı yükselen değerlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Kariyerleri veya yaşantılarında ulaştıkları seviyelerden bağımsız olarak koçla çalışan danışanların hepsinin ortak özelliği, hayatlarından daha fazlasını isteyen başarılı, ilerlemeye açık ve çağdaş bireyler ve bu bireylerden oluşan kurumlar olmaktadır.



Bir insan mühendisi olarak, koçluk ve araçları yoluyla siz dostlarımı, ulaşmak istediğiniz hedefin yolunda kendinizi adamanızı sağlar; hayatınızın her alanında daha fazla denge, yaşam sevinci, samimiyet, pozitif enerji, maddi - manevi bolluk, konsantrasyon ve özgürleşmenize neden olacak disiplini bulmanıza yardımcı olurum